Makale Yaz
hakan-girgin
Bu haberi yazdır
Analiz: Kurumsal Galatasaray...
 May
02
 2014

Aslında, ilk başkanlık döneminde “BEN FUTBOLDAN ANLAMAM” diyen Ünal Aysal’ın yaptığı en güzel hareketti Ali Dürüst, Abdürrahim Albayrak gibi futboldan anlayan futbol camiasını bilen, bu alemin içinde olan ve Adnan Öztürk gibi sözünü esirgemeyen kişilere yönetiminde görev vermesi...

Ve bir de camianın sesine kulak verip de takımın başına Fatih Terim gibi taraftarın beklentileri karşılayacağına inandığı birisini getirince ve akabinde de Türk Telekom Arena UltrAslan önderliğinde hınca hınç doldurulduğunda bir önceki sezon ligi neredeyse düşme potasının hemen üzerinde bitiren ve Avrupa Kupalarına katılamayan Galatasaray o sezon şampiyonluğa doğru yola çıkmış oldu... 

Kolay değildi bir önceki sezon nice futbol yorumcuları ile 90’lı yıllarda Aksiyon dergisine verdiği bir röportajda Galatasaray’ı hiç sevmediğini açıkça söyleyen Erman TOROĞLU ve eşinin Fenerbahçe Kongre Üyesi olduğunu saklamayan (Tabi o saklasa da kendisinin hangi kulübün taraftarı olduğunu çok iyi biliyoruz.) çok sevdiğimiz(!) Ahmet ÇAKAR gibi hakem eskilerinin bile kabul ettiği sayısız MASUM(!) hakem hatalarına maruz kalmış, Moral olarak dip yapmış bir Galatasaray teslim almıştı Fatih TERİM... 

İlk iş olarak kimin neden transfer ettiğini anlamadığımız! pek çok futbolcu ile yollar ayrılmış,  Johan Elmander, Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Tomáš Ujfaluši, Okan Derici, Fernando Muslera, Felipe Melo,  Emmanuel Eboué, Engin Baytar ve Sercan Yıldırım transfer edilmişti... 

Ama bu arada çok büyük bir transfer, daha doğrusu planlama hatası yapılmış ve en gerekli olduğu zamanda her zaman yapılan yanlış değerlendirme yapılarak geleneksel(!) “Bizi istemeyeni biz de istemeyiz” muhabbeti ile Arda Turan satılmıştı...

Sonuçta Arda Turan’ı da dahil edersek o sezon A takımdan (Yanlış hatırlamıyorsam) 15, A-2 takımından ayrılanları da katarsak yaklaşık 20 futbolcu ile yollar ayrılmıştı... 

O 2011-2012 SEZONU öncesinde yapılan transferlere bedelsiz olarak alınan futbolcuların yanında diğer transferler için ödenen bonservis ücretleri aşağıdaki gibiydi... 

Yiğit Gökoğlan           : 2.500.000 Euro

Necati Ateş                 :    250.000 Euro

Sercan Yıldırım          : 3.000.000 Euro

Emanuel Eboue          : 3.500.000 Euro

Albert Riera                : 3.000.000 Euro

Engin Baytar               : 1.100.000 Euro

Felipe Melo                 : 1.500.000 Euro (kiralık)

Fernando Muslera      : 6.750.000 Euro

Tomas Ujfalusi           : 2.000.000 Euro

Okan Derici                :    220.000 Euro

 

Olmak üzere transfer edilen futbolculara verilen toplam bonservis ücretleri Borsa’ya bildirildiği üzere toplam 23.820.000 Euro idi...  

Kadro, transfer edilen bu futbolcular ve alt yapıdan takıma kazandırılan futbolcular ile son halini almıştı.

Genel olarak düşündüğümüzde yapılan transferlerin pek çoğu tabiri caiz ise ‘CUK’ diye oturmuş,  birbirini tamamlayan ve hırslı oyunculardan kurulu bir kadro ortaya çıkmıştı... 

Tabi ki birileri ve özellikle de her fırsatta Fatih Terim’e sallayanlar çıkacak ve Yiğit Gökoğlan, Okan Derici, Sercan Yıldırım vb. diyeceklerdir. Ama hepimiz biliyoruz ki onlar zaten takımın toplam kalitesini arttırmak üzere iyi birer yedek olarak alınmıştı aslında takıma. Keşke her biri verilen fırsatları daha iyi kullansaydı.

Şahsen ben mesela Okan Derici’den çok ümitliydim. Ve inanıyorum ki özellikle Sercan Yıldırım’a verilen şans ona verilseydi belki de Galatasaray çok daha iyi bir oyuncu kazanabilirdi. Yani özellikle Sercan’a çok şans verildiğini de biliyoruz...

Bence o sezonki tek kazancımız alt yapıdan çıkan Emre ÇOLAK idi. Her ne kadar bazı futbol ulemaları beğenmese de o sezon gerçekten beğenilen bir performans ortaya koydu Emre...

Ve, ben inanıyorum ki eğer o sezon malum kesimlerin dolmuşuna gelmeyip de Arda’nın Galatasaray’da kalması sağlanabilseydi, daha doğrusu onu yıpratmak ve Galatasaray’dan uzaklaştırmayı kendisine görev edinmiş malum şahıslara karşı onu koruyabilseydik bence o zaten Galatasaray’da kalırdı. Çünkü onun ne kadar Galatasaraylı olduğunu onu tanıyan herkes biliyor...

İşte o zaman Galatasaray ligi çok daha açık ara yapardı bence...

Şakası bir yana belki de bize tuzak, F.Bahçe’ye kıyak olarak konulan o Playy-Off’lar bile oynanmayabilirdi. Çünkü o derece fark atardık diye düşünüyorum. Yani play-Off’ların oynanmasına bile gerek kalmazdı. J 

Ve farkında mısınız bilmiyorum ama o kadroda sevgili(!) Başkanımız Ünal Aysal’ın tabiri ile o kadroda (Kendisinin anladığı anlamda) bir ÇİLEK BİLE YOKTU...

Bir önceki takımdan kalanlar sadece Aykut Erçetin, Çağlar Birinci, Gökhan Zan, Aydın Yılmaz, Milan Baros, Ayhan Akman,  Hakan Balta, Mehmet Batdal, Ufuk Ceylan, Sabri Sarıoğlu, Servet Çetin, Kazım Kazım, Yekta Kurtuluş, ve birkaç genç oyuncu idi ve kadro yeni transferlerle birlikte bu futbolculardan oluşturuluyordu...  

Ve arkadaşlar hepimizin bildiği gibi genelde şablon olarak 4-4-1-1 bazen de 4-4-2 düzeniyle, sağda Engin Baytar, solda Emre Çolak, santrafor arkasında da Necati ve önünde Elmander’i oynatarak şampiyon oldu. Orta sahanın göbeğinde Selçuk ve Melo’nun muhteşem bir ikili olduğu sezondu o sezon...

Ve bana katılır mısınız bilmiyorum ama son ÜÇ sezon içinde özellikle o sezon göbeğimizi kaşıya kaşıya, suyun karşı tarafındakiler ile kafa yapa yapa, ayaklarımızı sehpalara uzatarak çok maç kazandığımız bir sezondu bizim için... 

Evet, o takımda Başkan Ünal Aysal’ın hayal ettiği çilekler yoktu belki ama onun haricinde onları takım yapan, şampiyon olmalarını sağlayan her şey vardı...

Öncelikle arkadaşlık vardı, gerek saha içinde, gerekse saha dışında yardımlaşma vardı.

Sahada hücum pres vardı, güzel futbol vardı, asist vardı, gol vardı. Her şeyden önce bir kazanma hırsı vardı takımda...

Hatta Hagi’den sonra uzun yıllar özlemini çektiğimiz nefis frikik golleri vardı...

Geride Tomas Ujfalusi gibi bir şef, yanında gerçekten Galatasaraylı bir Semih vardı...

Eboue bizdeki en verimli sezonunu geçirmişti ilk yılında. Solda ise Riera en azından verilen her görevi yürekten yapmaya çalışıyordu. Hatta ondan başarılı bir sol bek bile yarattık(!). Daha doğrusu yaratmak zorunda kaldık çünkü her ne hikmetse krizin ilk ayak izleri o zamanlar belli olmaya başlamıştı zaten...

Çünkü takımın acil bir sol beke ihtiyacı varken her ne hikmetse bir türlü bu transfer gerçekleşmiyordu...

Bir de üstüne üstlük Ünal Aysal’ın futbolu öğrenip de “BU TAKIMA ÇİLEK LAZIM” diyerek Drogba ve Sneijder’i transfer etmesi üzerine takımda her şey ters yüz olmaya başlamıştı...

İşte, adeta küllerinden yeniden doğan ve şampiyon olan bu takım üzerine koyarak büyüyeceği yerde özellikle başkanımız(!) Ünal Aysal’ın şahsi kaprisleri ve üstüne basa basa söylediği kurumsallaşma(!) ve Fatih Terim ile bir türlü uzlaşmayan, ona yaptıkları ve yapmadıkları ile neticede Galatasaray sonuçta bu günkü duruma, yani açık ara şampiyonluk favorisi iken şimdi lig ikinciliği için dua eder hale gelmiştir... 

Neticede Ünal Aysal ile Fatih Terim arasında yaşanan olayları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Futbol dünyasında olan herkes Fatih Terim’i nerden baksanız 40-50 yıldır tanıyor ve kendisi 40 yıldır bu Galatasaray ailesinin içinde olan, Galatasaray Divan Kurulu üyeliğine kadar yükselmiş biri şu anda... 

Sonuçta, her şey bir şekilde iyi giderken (Görünen o ki) şahsi kaprisler yüzünden ve bana göre de futbol dünyasını pek bilmeyen ve bunu zaten daha başında deklare eden Ünal Aysal’ın anlaşılmaz tutumu yüzünden son iki sezonun şampiyonu (üstelik bu iki şampiyonluğu ezeli rakibini geçerek almış), son iki süper kupa’nın kazananı ve lige başlamadan evvel Emirates Kupasını kazanarak lige moralli giren ve namağlup durumda olan Galatasaray hocasını Milli Takım’a göndermişti(!)... 

Neticede başkan Ünal Aysal tüm sorumluluğu üzerine almış ve şampiyonluğu kaybedersek sorumlusu benim diyerek Wesley Sneijder’i bir türlü oynatamayan(!) Fatih Terim’in yerine bir karizma(!) olan Mancini’yi getirmiştir... 

Ama, bilmediği bir şey vardır başkanın ve o da Galatasaray’ın asla bir Manchester City olmadığı, Galatasaraylıların da asla Manchester taraftarı gibi olmadığıdır... 

Ve, neticede Galatasaray bugün canla başla mücadele ederek(!)lig ikinciliğini kazanmak istemektedir...

Yani Galatasaray bu hallere düşmüştür ki ve lig ikinciliğini kaybederse eğer ben asla şaşırmam. 

Çünkü;

Sezon başındaki takım ile şu anki takım arasında o kadar uçurumlar var ki anlatılacak gibi değil...

Her şeyden önce takımın başında takımı 2-0 mağlup iken (Chelsea maçı) bacaklarını uzatmış, suratında üzüntüden, kızgınlıktan eser olmayan, adeta çok farklı galip bir takımın hocasıymış edası ile yüzünde gülücükler açan, kahkahalar atan bir Teknik Direktör var... 

Siz, hiç Fatih Terim’i takımı 2-0 mağlup durumda iken yedek kulübesinde bacaklarını uzatmış, yardımcısı ile şakalaşırken gördünüz mü, görebilir misiniz?

Olsa olsa en fazla üzüntüsünden sessiz kalır bir müddet. Defalarca da onun sırf takımına hırs kazandırıp maçı çevirmek adına ve üstelik kariyerini lekeleyecek(!) cezalar alma pahasına pek çok şey yaptığına şahit olmadık mı?... 

Futbolcularını hırslandırmak, giden bazı maçları çevirmek adına yaptıkları bile battı bizim Ünal Aysal’a...

Bırakın Teknik Direktörünün ve ekibinin arkasında durmayı, onların haklarını her platformda korumayı, Terim’in çok ceza aldığını ve bu yüzden takıma, kulübe zarar verdiğini bile söyledi bizim büyük(!) Başkan... 

Ama, Arda gibi bir futbolcuyu ikna edip tutamayan, onu koruyup kollayamayan Ünal Aysal ve yeni yönetiminin her şeyi berbat hale getirişinin ilk ve en büyük adımıdır Terim ile yolların ayrılması... 

Neticede gelmek istediğim nokta şudur.

Arkadaşlar,

Özellikle futbolda maddi açıdan güçlü olmak çok ama çok önemlidir. Başarılı olabilmenin en önemli şartlarından birisidir. Ama o kadar işte. Asla futbolda başarılı olmanın temel şartı, olmazsa olmazı değildir.

Takım oyunlarında, özellikle de futbolda takım olabilmek çok önemlidir. Yoksa her şey para ile, zenginlik ile mümkün olsaydı kupaları hep zengin olan kulüpler kazanırdı...

Eğer takım ruhu olmasaydı, arkadaşlık, inanmışlık olmasaydı özellikle Arda’dan dolayı daha çok seyrettiğimiz ve herkesin kalbinin bir köşesinden şampiyon olması için dua ettiği(!) bir Atletico Madrit şu anki bulunduğu yere gelebilir miydi?... 

Evet, futbolda başarılı olabilmenin de bir sırrı vardır. Ve bu sırrı keşfetmek gerekir. Tek tek bakıldığında anlam veremeyeceğin o şeylerin bir araya geldiğinde ortaya çıkan güçtür bu, takım ruhu dedikleri şeydir. İşte bizim şampiyonluklarımızın  sırrı da budur...

Eğer Galatasaray’daki bizim TAKIM RUHU dediğimiz inanmışlık, hırs, azim, arkadaşlık olmasaydı Galatasaray 2000 yılında UEFA Kupasını ve akabinde Süper Kupayı alabilir miydi?... 

Mesela, bizim 1996-2000 yılları arasındaki şampiyonluklarımıza ve UEFA Şampiyonluğumuza baktığınız vakit Hakan Şükür’ün inancı, Hagi’nin tecrübesi, Emre’nin hırsı, Okan’ın acısı, Taffarel’in neşesi her biri birer ayrıntıdır ve tek tek baktığınızda bir şey ifade etmez belki ama bir araya geldiklerinde o sır çözülüverirdi ve biz takım olurduk...

Eğer para futbolda her şey olsaydı asla Porto Şampiyonlar Ligi finali oynayamazdı. Brezilya asla dünya şampiyonu olamazdı. Biz asla bir UEFA Kupasını alamazdık. Şampiyonlar Liginde de çeyrek final gelmezdi. Futbolda para önemli bir şeydir. Ama hepsi o..

İşte sayın Ünal Aysal her ne hikmetse bunu anlamadı, anlayamadı... 

Hemen aklıma gelmişken sormak isterim,

Acaba Atletico Madrit’in başında Mancini olsaydı siz o takımın son yıllarda gösterdiği giderek artan başarıyı gösterebileceğine inanıyor musunuz?

Bence hırsıdır Diego Pablo Simeone’yi başarılı kılan.

Hele ki o hırsın yanında bir de akıl var ise yanında başarı zaten geliyor... 

Yani, Galatasaray Terim’i kaybederek önce hırsını kaybetti...

Sonra arkadaşlık, takımdaşlık gitti sanki. TAKIM RUHU KAYBOLDU...

Hem yönetimin, hem takımın akli melekeleri gitti sanki. Takım o derece geriledi sizin anlayacağınız... 

Çünkü, bizlere sık sık kurumsallık ve başarı diyen ama Teknik Direktörünü hiçe sayıp yabancı oyunculara Teknik Direktör muamelesi yapan, o derece sayan bir Başkan tanıdı Galatasaraylılar.

Ve bir kulübün başkanı bu şekilde davranırsa tabi ki onun Teknik Direktörü de pek tabi takımının başında bu güne kadar çıktığı 42 resmi maça  42 değişik kadro ile çıkma cüretini gösterir... 

Böyle bir Başkan olursa tabi ki o Teknik Direktörden “Bu takım benim takımım değil, bu takımı ben kurmadım” cevabını duyması normaldir ve hiçbir zaman görülmeyen ve bir daha da görülemeyecek bir şekilde devre arasındaki transfer dönemimde onca futbolcu transfer edilmesini ister ve sen almak zorunda kalırsın...

Böyle bir Başkan olursa tabi ki alınan ve biz Galatasaraylıları kahreden rezil sonuçlar karşısında  kendisine sorulan “Neden her maçta farklı bir 11 sahaya sürüyorsunuz”  sorusuna Teknik Direktöründen “Geleceğin takımını kuruyorum, “Geleceğin Galatasaray’ını yaratmak istiyorum. Bunun için de hangi futbolcunun nerede daha faydalı olacağını görmem lazım. Belki bir futbolcu farklı bir pozisyonda daha verimli oynayabilir. Ayrıca herkese şans vermek istiyorum.  Oyuncuların heyecanını düşürmemek gerekli. Futbolcuların bu heyecanı yaşaması ve formayı eşit dağıtarak oyuna, takıma katılmaları adına bu uygulamaya gidiyorum. Bu olmadan da her futbolcu hakkında doğru bilgi sahibi olamayız. Gelecek adına bu olmadan olmaz.” (BAKINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/26282264.asp) cevabını alır ve bu cevabı yalayıp yutmak zorunda kalır... 

İşte sevgili dostlar, “Benim için aslolan Başarı, Başarı, Başarı” diyen ve her fırsatta “BEN BAŞARIYA ENDEKSLİ ÇALIŞIRIM” diyerek neden Fatih Terim ile birer yıllık anlaşma yaptığını açıklayan(!) başkanın şimdilerde kalkıp da her maça kafasına göre ayrı bir 11 çıkaran, yedek oyuncularını asla hazır tutamayan hatta asıl kadrodaki pek çok oyuncuyu küstüren Mancini için kalkıp da “Deneme-Yanılma yöntemi ile kadroyu oturtacaktır” demesi ve onun bir sezon daha Galatasaray’ın başında kalmasına yeşil ışık yakması herhalde herkese çok garip gelmiştir...

Tabi ki Mancini’de asla kaybetmeyi düşünmez. Ama görüyoruz ki adamın mantalitesi farklı...

Ve o Galatasaray’ın asla bir Manchester City olamayacağını, Türkiye’de ki futbolun da asla hafife alınamayacak kadar sert olduğunu, alınan olumsuz sonuçlara kimsenin İngiltere’deki kadar sessiz kalamayacağını anlamamış anlaşılan...

Ama, aynı rahatlık hayatının çok büyük bir bölümünü yurt dışında geçiren başkanımızda da var. Sanki tencere-kapak misali birbirlerini bulmuşlar ve egolarını tatmin ediyorlar...

Benim şahsi fikrim Mancini’nin kalmayacağı yönünde. Daha doğrusu bence kalmaması lazım çünkü kalır ve önümüzdeki sezonda da bu kafa ile Galatasaray’ı yönetmeye devam ederse Galatasaray bir sezonu daha hüsranla kapatabilir...

Çünkü ebedi dostlardan(!) birilerinin hapse girmeleri hiç önemli değil. Çünkü yerlerine gelecekler de aynı mantalite ile mücadele edeceklerdir. Ve onlar gerçekten maçların sahada kazanılmadığını herkesten daha iyi biliyorlar...

Ve inanın o tarlalar, bahçeler ekilip, sulanmaya ve hasat edilmeye devam edip gider...

Eğer Mancini ile devam edilecekse de öncelikle Ünal Aysal ve Yönetimin ve sonrasında Mancini’nin çok başka türlü çalışmaları lazım... 

Değişim şart. Çünkü;

Meyve-Sebze’den önce başka şeyler gerekiyor bize...

Öncelikle birinci vazifesi Fenerbahçesini aklamak, tertemiz yapmak olan Yıldırım Demirören federasyonu mutlaka gönderilmelidir. Bunun için her türlü çalışma ivedilikle yapılmalıdır. Çünkü Demirören kaldığı sürece onun Fenerbahçesi’de sahada her türlü korunup kollanmır...

Daha nice Merieles, Emre, Caner hatta Alves’in cinayetlerine, Volkan’ın tahriklerine tanık oluruz da ceza almazlar...

Çünkü hakemler, Gözlemciler yine kör ve yine sağır olur.

Görmedikleri için de raporlarına da yazmazlar...

Onların görüş alanında olduğu ve raporlarına yazmadıkları için de asla ceza almazlar...

Üstelik de her hangi bir Galatasaray’lı futbolcu, İdareci bir yanlış yapar mı acaba benim görev aldığım maçta diye gözünü dört açar o malum takım söz konusu olduğunda kör ve sağır olan hakemler, gözlemciler...

 

Sevgi ve  Saygılarımla,

Hakan GİRGİN (Salih HÜROL)

 

 





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
  2014
  2013
  2012
  2011
Son Girilen Makaleler
kabatasli
| 06 Şubat 2024 |
| 01 Şubat 2024 |
| 30 Ocak 2024 |
kabatasli
| 27 Ocak 2024 |
kabatasli
| 11 Ocak 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...