Makale Yaz
a-scorpion
Bu haberi yazdır
İdealist & Gerçekçi
 Şub
11
 2012

Yıllar boyunca hangi tarz teknik adamların daha iyi oldukları hep tartışıladurmuştur. Organizasyon yeteneklerinden, takımı motive etmeye; taktisyen kimliklerinden, rakibi analiz etmeye varıncaya kadar hep karşılaştırılmışlardır. Kimisi tatlı-sert ve babacandır; kimisi otoriter ve disiplinlidir; kimisi de gerçekçi ya da idealist… Lakin aslında sadece iki tip teknik direktör vardır:

Birisi kendi mantalitesini futbolculara aşılamak ister. Gittiği her takıma bu öğretiyi kazandırmaya çalışır. Oyun anlayışına uygun futbolcular talep eder. Bu oyuncular transfer edilemezse bile prensiplerinden kolay kolay ödün vermez. Geriye kalan futbolcularla kafasındaki kurguyu sabırlıca uygulamayı dener ve bütün mesaisini de buna ayırır. Ülke futbolunun gerçeklerini dikkate alıp, rakibe göre bir strateji geliştirmektense; hedeflediği oyunu rakibe kabullendirmeyi tercih eder.

Bu tip teknik direktörler Shuster ya da Rijkaard gibi kısa vadede genellikle başarısız olurlar. Çünkü önemsemedikleri bir nokta vardır ki; o da hayal ettikleri oyun anlayışlarına eldeki kadronun ne derece cevap verip, veremeyeceğidir. Eğer takım cevap verebilirse uzun yıllar başarılı da olabilirler. Hatta kendilerinden sonra tıkır tıkır işleyen bir sistem takımı bile bırakabilirler. Lakin başka bir takıma gittiklerinde, bu yeni deneyim bir hüsranla da sonuçlanabilir. Zira bir bitki; her mevsimde, her iklimde hatta her toprakta ne açar ne de yeşerir...

Diğerinin ise sabit bir oyun anlayışı ya da önceden planladığı bir oyun hedefi yoktur. Mantalite ya da prensipleri bir tarafa bırakarak sadece eldeki kadronun en iyi neyi yapabileceğine odaklanır. Ülke futbolunun gerçeklerini ve karşılaşacağı rakiplerin durumunu göz ardı etmez. Kendi takımının kadro derinliğini önemsediği gibi bu faktörleri de önemser; oyun anlayışını tüm bu detaylara göre belirler. Onlar için önemli olan bir sonraki haftadır. Uzun vadede takımına oturtmak istediği oyun anlayışı ise transfer dönemlerinde talep ettiği futbolcu tiplerinden anlaşılır.

Lucesku, Mourinho gibi teknik adamlar bu sınıfa girerler ve genellikle kısa vadede başarılı olurlar. Onları özel kılan başarıya ulaşabilme potansiyellerinin gittikleri her yerde yüksek olmasıdır. Çünkü içinde bulundukları koşulları önemserler; bir nevi gerçeklerle yaşarlar. Fakat asıl mesele tüm bu koşullara ne şekilde cevap verebilmeleri gerektiğidir ki; işte burada da taktisyen kimlikleri ön plana çıkar. Bu tip teknik direktörler hem gerçekçi hem de iyi bir taktisyen oldukları için başarılıdırlar. Eğer kulüp, istedikleri futbolcuları transfer edebilirse uzun vadede başarılı olabilmeleri de kuvvetle muhtemeldir. Lakin bir gün çıkıp gittiklerinde arkalarında ne tıkır tıkır işleyen bir sistem takımı bırakırlar, ne de kendi kurdukları düzeni devam ettirecek bir mirasçı... Daha düne kadar kupaları peşi sıra kaldıran o takım, girdiği bocalama devresiyle birlikte bir anda ters yüz olabilir. İhtiyaçları takıma yeni starlar kazandırmak değil, eski hocalarının vasfında bir çalıştırıcı bulabilmektir sadece...

Birinci tip teknik adam, idealisttir; kendi mantalitesini her gittiği takıma uygulatmaya çalışır. Adeta kendi krallığını ilan eder. Fakat genellikle başarısız olur. Başarılı olsa bile arkasında bir sitem takımı bırakacağı için gittiği zaman yokluğu hissedilmez. İkinci tip teknik adam ise gerçekçi ve basittir. Bu yüzden kısa vadede genellikle başarıya ulaşır. Hiç bir şekilde idealist gözükmez fakat aslında kendi krallığını kurar. Değeri gidince anlaşılır.

Hangisi daha iyi tartışması farklı topraklarda farklı cevaplar bulabilse de Türkiye sınırlarında doğru cevap %99 ''b'' şıkkıdır. %1 olan ''a'' şıkkını ise hayallerimiz oluşturur. Çünkü taraftarların sabırsız, camiaların ise devamlı büyük beklentiler içerisinde olduğu bir ortamda doğru olan tek mutlak gerçek vardır; Kısa vadeli başarı... 2. tip teknik adamlar bu düzene uygun oldukları için bu topraklarda daha çok benimsenirler; daha çok tutunurlar; kendi geçici krallıklarını kurarlar. Böylece uzun vadeli bütün planlar da kısa vade üzerinden inşa edilir. Kulübün futbol aklı bir ideale göre değil, tamamen teknik direktörün kendi doğrularına göre şekillendiği için, kulüp, bireylere bağımlı olmaktan kurtulamaz. Teknik adam gidince futbol aklı biter. Her şeye tekrar başlamak durumunda kalınır. İşte buradaki en büyük açmaz da budur.

1. tip teknik adamların ise başarıya ulaşabilmeleri için oldukça sabra ve zamana ihtiyaçları vardır. Bazen kendilerine sınırsız süre tanınacak olsa bile bir arpa boyu mesafe kat edemeyeceklerinin izlenimini verirler. Bunun nedeni oyun mantalitelerinin sahada uygulanabilme potansiyelini hiç bir şekilde sorgulamamaları yüzündendir. Bu açıdan bazen o kadar katı bir tutum sergilerler ki; bu durum zamanla bir inada dönüşür. Çünkü biraz esnek olduklarında kendi prensiplerini inkar edeceklerine inanırlar. Kulüpteki kaderleri ise genellikle ideallerinin gerçeklere ne derece yakın olup olamadığına bağlıdır. Eğer idealleri gerçeklere yakınsa bir sitem takımı kurarak bütün kupalara ambargo da koyabilirler. Lakin buradaki ince nüans, bu başarının da yine ‘’gerçeklerden’’ geçtiğidir. Yoksa uzak bir ideali pratiğe dönüştürüp kalıcı bir devrim yapabilmek A takımda değil, ancak alt yapıda mümkün olabilir.

İlki risklidir, (başarısı ideallerinin gerçekçiliğine bağlıdır.), diğeri ise geçicidir. (kendisinden sonra hiç bir miras bırakmaz.) Bu yüzden bir kulübün geleceği için iki tip teknik adam da tek başına yeterli değildir. Eğer mesele başarıda süreklilik ise esas olan kulüp politikasıdır. Kulüp;

''Bir futbol tüzüğü hazırlayarak, gerçeğe yakın bir oyun anlayışını teminat altına alır; daha sonra da bu idealin üstüne gerçekçi bir taktisyen getirir.'' ise bütün açmazlar da sona erer.

1-     Kulüp uzun vadeye yayılan bir futbol aklına kavuşmuş olur.

2-     Böylece bireylere bağımlı olmaktan kurtulunur. Teknik adamların biri gitse, diğeri gelse de değişen hiçbir şey olmayacaktır.

3-     Sabit kulüp politikası alt yapıya olduğu gibi sirayet eder; hedefte süreklilik sağlanır.

4-     Teknik adam ayrıldığında yapılması gereken tek şey bu düzeni bozmadan devam ettirecek gerçekçi taktisyenleri takımın başına getirmektir ki; bu da menajerin asli görevidir.

Çünkü gelen teknik adam idealist olmadığı için sınırları belirlenen düzeni yıkıp, yerine başka bir düzen getirmeye çalışmayacaktır. Gerçekçi olduğu için ise rakibi önemseyecek, onu analiz edecek ve ‘’hedeflenen oyun anlayışına sadık kalarak’’, rakibe uygun küçük stratejiler geliştirecektir. Böylece uzun vadeli başarı hedeflenirken fazla zaman kaybedilmez; kısa vadede de başarıya ulaşılmış olunur. Kulüp, teknik direktöre krallık vermez; onların oyuncağı olmaz. Kendi düzenini kurup, politikasını belirler; onları göreve getirir. Bir nevi onları sadece işe alır. Ki zaten günlük hayatta ya da daha doğru bir ifadeyle; reel dünyadaki bütün sektörlerde de bu böyledir. (Bu konuyu ''Galatasaray Anayasası'' adlı makalemde daha ayrıntılı ve örneklemeli olarak işlemiştim. İsteyenler o yazımı da okuyabilirler.)

Şimdi buradan nereye geleceğim? Bu kadar ahkam kesip, Galatasaray yönetimini ve Fatih Terim'i cümle içinde kurmamak olmaz. Aksi halde yazdıklarım anlamsızlaşır; sadece kuru bilgi kıvamını alır. Lakin ben bilmişlik taslama derdinde de değilim. Benim bütün derdim aslında bir sitemden ve biraz da cevabı olmayan bir sorudan ibarettir.

1-     Galatasaray yönetimi bir futbol tüzüğü hazırlayarak, %1’lik kısmın en büyük özlemini çektiği ‘’Galatasaray’ın bir futbol aklına sahip olmasını’’ neden istemez?

2-     Fatih Terim ''a'' şıkkı (idealist) mi, yoksa ''b'' şıkkı (gerçekçi) midir? Hangi tip teknik direktör sınıfına girer ve neyi hedeflemekte; hangi yerde olmak istemektedir?

 

Yazımın devamı bir sonraki yazımda…

 

Sevgiler...





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
  2012
  2011
Son Girilen Makaleler
kabatasli
| 06 Şubat 2024 |
| 01 Şubat 2024 |
| 30 Ocak 2024 |
kabatasli
| 27 Ocak 2024 |
kabatasli
| 11 Ocak 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...