Makale Yaz
firateroz
Bu haberi yazdır
Neden?
 Eyl
12
 2011

 

Neden?

Önemli olan sadece “neden”leri yazmak değil. Önemli olan tekrar bu yazıları nasıl yazmayabileceğimizi tespit etmek. Yani çok da tartışmaya gerek yok yenilginin nedenlerini. Ancak hem içimdekileri dökmek, hem birileri yazdıklarıma hassasiyet gösterir de içim rahatlar düşüncesi, hem de belki aklımdakileri yazarak takıma bir faydam dokunur hayalleriyle yine de yazıyorum.

 Her şeyden önce sorunları ve futbolcuları analiz ederek başlamak istiyorum.

 

Takımın Genel Problemleri:

 

1.  Diziliş yanlış:


4-1-4-1 gibi gözüken ancak 4-3-3 benzeri bir yapıyla çıktık dün sahaya. Defansın hemen önünde bir ön libero, onun önünde iki yanda iki orta saha, onların da önünde ve daha da yanda iki kanat oyuncusu. Yelpaze gibi giderek kanatlara açılan bir düzen yani. Bana kalırsa gerçek 4-3-3 bu düzen değil! Dünya futbolu artık kanatlarını sadece eforu yüksek hücumcu beklere emanet edip sahada adam tasarrufu sağlayarak ellerinde kalan diğer adamları sahanın başka yerlerinde kullanmayı amaç edinirken, biz dün sahada kanatları nerdeyse 3’er kişiyle kullandık, yine de çalıştıramadık. Takım kanatlara doğru yayıldıkça ileri gidecek, ortadan hücum edecek, forvete destek olacak kimse kalmadı. Taraftarı hücum anlamında heyecanlandıran tek isim, ortadaki bu zafiyetimizi görüp de ara sıra ileri çıkan Melo oldu. Bu da çok net bir şekilde gösterdi ki, biz bu dizilişle 4-3-3 oynamaya devam edersek ne kanatlardan ne de ortadan etkili olamayacağız. Bunun sebeplerinden biri de tabiki bu dizilişte oynayan oyunculardan kaynaklanıyordu. Tüm dünya 4-3-3’ün ileri 3’lüsü direk kaleye yönelen ve nokta santrafora yardımcı olan forvet özellikli oyunculardan kurarken biz kanat, hatta defansif özellikli isimlerden kurup başarılı olmayı bekledik. Yanlıştı.

 

2.  Pres Yapmama ve Yavaş Oyun:


Fatih TERİM’in Galatasaray’ından belki de en çok beklediğimiz şey eksikti belki de İBB maçında: Hücum Pres! Bütün maç oyuncularımız rakibi oyun kurarken sıkıştırsın, rahatsız etsin diye bekledik ama klasik problemimiz olan “rakibe basma yerine refakat etme” dün yine derdimizdi. Bu eksiklik takımın isteksizliğinden mi kaynaklanıyordu, yoksa bu eksik diye mi takım isteksiz gözüküyordu bilemiyorum ancak dün bir türlü yapmadık bunu. Top rakibe geçince 11 kişiyle kendi yarı sahamıza çekilip göstermelik koşularla rakibin önünü kapatır gibi yaptık. Bu şekilde rakibe oyun kurma şansı verdiğimiz gibi hiçbir zaman da “ters” veya beklenmedik bir durumda da yakalayamadık onları. Top bize geçtiğinde de her fırsatta topa bastık, geri döndük, set oyunu kurmayı denedik ve çok yavaş oynadık. Evet set oyunu maçın başında henüz oyuna ısınırken veya belli noktalarında bazen olmalıdır ancak; hangi sporda olursa olsun esas olan, rakibini beklemediği anda beklemediği bir şekilde vurabilmektir. Bunu yapmadığınız zaman, sahada bireysel yeteneklerini muhteşem kullanan isimleriniz yoksa skor üstünlüğünü şansa bırakmışsınız demektir. Halbuki bizler sahada rakibin başını döndüren, topu kaptırsa bile peşinden koşan, rakibini rahatsız eden, hataya zorlayan bir takım görmeyi umuyorduk. Bu noktada rakibi de kutlamak lazım tabi. Bizim yapamadıklarımızı takımına yaptıran ve içimizden çıkmış biri olan Abdullah Avcı’yı tebrik ediyorum. Topa ve rakibine basan, alan daraltan, topu kazandığı zaman sahaya yayılan ve direk rakibinin üzerine giden bir takım kurmuş. Sahada 90 dakika idare edene kadar 30 dakika biz yapsaydık bunları zaten kazanırdık.

 

3. Kadro Yetersiz mi?


Maç esnasında kafamdan geçen düşüncelerden biri de liglerin transfer dönemi bitiminden sonra başlamasının bizim talihsizliğimiz olduğuydu. Çünkü ara sıra konuşuluyordu fakat ancak ilk maçımızda görebildik aslında kadromuzun çok da istediğimiz seviyede olmadığını. Forvette bir anda yine alternatifsiz kalışımız, yaratıcı futbolcu eksikliğimiz, topu orta sahadan alıp hücuma taşıma görevinin en beklenmedik şekilde Melo’ya kalışı… Elimizde gücümüz varken, yabancı sayısı sınırsız olmuşken 6+2’yi bile kullanmamamız “keşke 1-2 isim daha alsaydık” veya “en azından elimizdekileri göndermeseydik” dedirtmiştir sanırım tüm taraftarlarımıza.

 

4. Terim’in Tercihleri:

Diziliş seçiminin yanlış olduğunu belirtmiştim. Bununla beraber dün sahada kadro seçimleri de yanlıştı. Eboue’nin sol açıkta oynayamayacağını bizler maçta 5 dakika içerisinde gördük, Fatih Hoca’nın bu kadar zamandır bu konuda ısrarcı olması anlaşılmaz. Sol taraftan tek bir kez çizgiye gidemedik.

Maçı yine de kazanabilirdik bu durumda ama oyun planı ve oyuncu değişiklikleri hepten sonumuzu hazırladı. Milli Takımlardan beri klasikleşen “Terim’in adamları” mantığı dün tutmadı maalesef. Terim’in dokunulmazları Ujfalusi, Kazım, Eboue 90 dakika nasıl sahada kaldı anlayamadım? Bunun yerine defansta rakibin güçlü forvetiyle boğuşan Gökhan’ın çıkıp oraya Ujfalusi’nin monte edilmesi mücadele gücümüzü çok düşürdü. Yerine giren Yekta hiç oynamadı deseler inanırım. Zorunlu Çağlar – Sercan değişikliğinde ise gözlerim Riera’yı aradı. Riera hazır olmayabilir ama gördük ki Sercan da değil. Hiç hazır olmayan tecrübeli bir Riera’ya, yarım hazır heyecandan ayakları dolaşan Sercan’dan çok daha fazla ihtiyacı vardı takımın o an. Son bomba ise BAROS’un çıkıp Engin’in girmesiydi. Takımın gole ihtiyacı varken o dakikaya kadar gol kaçırsa da, istediklerini yapamasa da, sahadaki yalnızlığına isyan edercesine boğuşmaya, bir şeyler yapmaya çalışan, takımın en hareketli isimlerinden birisi olan oyuna da ısınmış, henüz yorulmamış ve rakip takımın en çok korktuğu adamımızın yerine; girdikten sonra ayağı topa bile değmeyen, soğuk, ne yaptığı, nerde oynadığı belli olmayan birisinin girmesi, üzerine de ikinci golü yememiz, gecenin bittiğini anlatmaya yeterliydi.

 5.  Futbolcular:

Muslera: Hata yapmasına rağmen ilerisi için büyük güven verdi. Bu hatalar her zaman olabilir, ancak artık kalemizde bir saatli bomba taşımadığımız için içimizi rahatlattı.

Ujfalusi: Takımın en kötüleri klasmanında Kazım’la yarıştı. Güçsüz ve çelimsizdi.

Servet: Mücadelesini ortaya koydu.

Gökhan: Aslında kötü değildi ancak günah keçisi oldu.

Çağlar: İlk yarıda kendini rakibin önüne atarak çıkardığı bir pozisyon vardı, onun haricinde defansta görevini yapıp hücuma destek olmaya çalıştı. Sakatlanması yazık oldu.

Melo: Takımın en diri isimlerindendi. Sahada kendisini gösterdi. İyi oynadı denebilir.

Kazım: Aklı veya kendisi nerelerdeydi anlamadık.

Sabri: “Benim yeteneklerim bu kadar” dese kim Sabri’ye kızabilir ki?

Selçuk: Sürekli geri oynadı, beklenti yüksek olduğu için hayal kırıklığı yarattı.

Eboue: Bütün maç dolaştı. Tek bir deparını, yırtıcı hareketini görmedik. Sol kanatta topu sağ ayağına aldığı her pozisyonda oyunu geriye döndürmüş oldu. Yenilen ikinci golde büyük hatası var.

Baros: Yine yapayalnızdı, çırpındı, mücadele etti, koştu, bir de oyundan alındı! Ben onun yerinde olsam direk soyunma odasına da değil, eve giderdim.

Yekta: Sessiz, sakin tamam ama fazla sessiz sakin. Bu özelliğini futboluna da yansıtmasa iyi olur.

Sercan: Etkili olabilecekken olamadı çünkü hazır değil, kilolu oluşu gözden kaçmadı. Zaten tepki çekebilecek bir isim, hazır değilken oynatılması yanlış.

Engin: Bütün sezon oynasa kendisini ancak bulacak gibi bir his bıraktı. 10-12 dakikada sahada hiç yoktu.

 

Benim tespit ettiğim ve belki de unuttuğum pek çok sorun var karşımızda. Peki çareler nedir? Bundan sonrası için neler yapmalıyız?

 

1.  Dizliş Değişmeli:

Artık yeterince tecrübe ettik ki, 4-3-3 bize fayda sağlamıyor. Onun yerine sahaya 4-2-3-1 veya 4-3-1-2 gibi bir sistemle çıksaydık, hücumda daha fazla çoğalabilir, daha etkili olabilirdik. Klasik 4-4-2’ye bile razıydık. Büyük takım olmanın en eğlenceli yanı, rakip size kaç gol atarsa atsın bunun bir fazlasını atacak güce her zaman ve oyunun her anında sahip olmanızdır. Bu güce sadece isminiz ve formanız için bile sahip olabilirsiniz. Bunun üzerine kadro kalitesi, iyi bir teknik ekip, iyi bir futbol yönetimi eklerseniz de şampiyon olursunuz. Biz maalesef 2 senedir bu avantajımızı unuttuk. Büyüklüğümüz silahımız değil “ya yine kaybedersek” stresi yüzünden korkumuz oldu. Sahaya çift forvetle çıkmayı, deplasmanlarda rakibi “kendi sahamızda oynuyormuş” gibi hissettirmeyi özledik artık. Bence yeniden büyük olduğumuzu hatırlamakla işe başlamalı, sahaya da bu inancı gösterir dizilişlerle çıkmalıyız.

 

2. Pres ve Hızlı Oyun:

Bu konuda çok da yorum yapmaya gerek yok. Artık 2.lig takımları bile pres yapmaya, hızlı oynamaya ve rakibini beklemediği anında yakalamaya çalışıyor. Modern futbolun geldiği nokta ve gerektirdikleri bunu emrediyor. Topa sahip olmak güzel ancak topa sahip olayım derken pres yapmamak, hızlı oynamamak, sürekli geriye oynamak hiçbir takıma galibiyet kazandırmaz. Sonuçta İBB maçında da gördük topa sahip olan (ama topla oynama yüzdesinin büyük bölümü defans bloğunda olan) takım değil, topu aldığı zaman ileri gidebilen takım maçı kazanıyor.

3.  Transfer:

Ocak ayında takviye söylentileri 1.ağızdan yayılmaya başladı. Elmander’in dönüşü, Emre Çolak’ın akla getirilmesi, takımın birbirine alışması İBB maçındaki çehreyi değiştirmeye yeterli olacaktır. Yaratıcı oyuncu eksiği ortada ve mutlaka bu eksik giderilmeli, bunun için çalışmalar şimdiden başlamalı ancak gizli tutulmalı ve transfer söylentilerini diğer transfer dönemine kadar rafa kaldırılmalı.

 

4.  Terim’in Tercihleri:

Kim ne derse desin bu takımın tek patronu Fatih Hoca’dır. “Ben olsam şunu yapardım”lar bir noktada zaten işlevsiz. İşine karışıldığı zaman da Fatih Hoca kendisi olamayacağına göre, onun vereceği her türlü kararına saygı duymak lazım. Ancak buradaki tek ümidim, Terim’in, daha önce Milli Takımda ve Galatasaray’da yaşadığımız gibi takımda “benim adamlarım” ayrımı yapmaması. Örnekler çoğaltılabilir ancak bazen kötü oynadığı zaman Kazım’ın da oyundan çıktığını, Baros’un sahada kaldığını görmek ümit verici olabilir mesela…

 

5.  Futbolcular:

Gördük ki takımın kondisyonunun artması, moral olarak hemen dağılmaması, daha çok “takım” olabilmesi için tüm futbolculara, sahanın içindeki, dışındaki herkese büyük iş düşüyor. Bu sadece para meselesi değil. Bu artık Galatasaray için bir onur meselesi. Bu sene bu işi düzeltmemiz ve toparlanmamız lazım. Herkes bunun bilincinde olmalı ve buna göre çok çalışmalı.

 

İşte Galatasaray ruhu bunun için lazım. Hepimize; yöneticilere, teknik heyete, futbolculara, taraftarlara… Hepimize lazım bu ruh. Hepimiz bu sene emek vermeliyiz.

 

Ancak verdiğimiz emeğin kıymetini de görebilmemiz için çözüm, eskiyi taklit etmekte değil; o ruhun, zaferlerin, yazılan tarihlerin yenilerini yaratmakta.

 

Saygılarımla,

 

Fırat ERÖZ





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
Son Girilen Makaleler
kabatasli
| 06 Şubat 2024 |
| 01 Şubat 2024 |
| 30 Ocak 2024 |
kabatasli
| 27 Ocak 2024 |
kabatasli
| 11 Ocak 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...