Fakat sonra bir gün Ümit duruverdi. Gol atamamaya, sevinememeye ve sevindirmemeye başladı. Ama dedik ya, sonsuz kredisi vardı. Yine de sevildi tribünlerce. G.Saray'ın boynu bükük döndüğü A.Gücü deplasmanından dönerken havaalanında yanına gittiğimde, ‘‘Boş kale de olsa atamazdım. Bilmiyorum nedir bu şanssızlık ama atamazdım işte’’ diyecek kadar naifti Ümit.
Diyarbakır'dan dönerken Ümit'in yanına gittim. Ben bir şey sormadan o dökülüverdi... ‘‘Bize diyorlar ki, ‘Avrupa'da başka oynuyorsunuz, Türkiye'de başka. Bunu söylemek kolay, herkes futbolcuyu eleştirmeye alışmış. Ben Liverpool'da, Barcelona'da veya Roma'da çaprazdan vurduğum zaman top kaleye gidiyor. Diyarbakır'da, Yozgat'ta, hatta Ali Sami Yen'de vurduğunda ise top dağa mı gidecek taşa mı kestiremiyorum.
Statlarımızın zeminleri berbat. Türkiye'de futbol niye ilerlemiyor diye soruyorlar, İnönü, Kocaeli, İzmir Atatürk Stadı dışında futbol oynanacak saha yok. Diyarbakır'da bana her top şişirildiğinde içim sıkıldı. O topun bana gelmeyeceği, vurunca alakasız bir yere gideceği o kadar belli ki, bir de sağolsun rakip oyuncular tekmeyi hiç eksik etmiyorlar. Zemin konusu dediğim gibi kendi sahamız için de geçerli. Yurt dışında daha iyi oynamamızın nedeni kesinlikle iyi bir zemin. Neler yapabileceğimizi, güzel zeminde gösterebiliyoruz. Bir de ileri uzun top vurmak yerine, orta sahadan topla beraber gelsek, yüklensek ve bastırsak sanki daha olacak.’’