Makale Yaz
a-scorpion
Bu haberi yazdır
Enine Boyuna Fatih Terim
 Eki
06
 2011

Yazının başlığına bakıp kimse aldanmasın. Zira Fatih Terim'in giysi dolabından bahsedecek değilim. Yüksek egosundan, eleştiriye gelememesinden, ayrıntılara fazlasıyla önem vermesinden ya da futbolcularına aşıladığı yürekli motivasyondan da bahsetmeyeceğim. Bu yazımda Fatih Hoca'yı övme ya da sorgulama sevdasına da düşmeyeceğim. Sadece Fatih Terim'in futbol anlayışını anlayabilme derdindeyim ben...

Sene 15 Kasım 1995, İsviçre ile gurup liderliği mücadelesi yaparken, İsveç deplasmanında Tolunay Kafkas önderliğinde tek kale oynuyoruz. İngiltere 96'da 16 Haziran gecesi Hırvatistan'a karşı bütün hatlarımızla yüklendiğimiz için son dakika golüyle kaybediyoruz. Bundan 3 yıl sonra 26 Ekim'de Galatasaray Almanya'da Hertha Berlin'i kendi yarı sahasına mahkum ediyor; skor 1-4 ve Hertha Berlin topla çıkamıyor... 28 Ocak 2001'de Fiorentina kendi evinde Lazio'dan 4 gol yiyiyor; fakat oynadığı hücum prese dayalı futbol nedeniyle bütün stat tarafından alkışlanıyor. Bundan 1 sene sonra 6 Kasım'da Galatasaray Kadıköy'de 6 gol yerken; yukarıda Allah var, Fenerbahçe'den daha iyi oynuyor; oyunu geride kabullenmiyor... Tıpkı 12 Kasım 2005'te İsviçre'ye 2-0 yenildiğimizde olduğu gibi...

Buraya kadar her şey normal. Milli Takım'da, Galatasaray'da, Fiorentina'da ve Milan'da devamlı öne oynayan bir takım görüyoruz. Hatta Fatih Terim'in 2. Galatasaray macerasında bile bu felsefe hedefleniyor; ancak hüsranla sonuçlanıyor ki ileriki yazılarımda bu döneme de değineceğim.

Buraya kadar mantalite değişmiyordu. Fatih Terim'i ''İmparator'' yapan prese dayalı hücum anlayışında ileride çift forvet, arkada ise bir tane serbest ofansif  orta saha bulunuyordu. Galatasaray'da Hagi (ve bir dönem Sergen), Fiorantina'da Rui Costa, Milan'da tekrar Rui Casta, (hatta Alaves'ten alınan Javi Moreno'yu da buna ekleyebiliriz.) 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi gurup maçlarında da Tümer Metin bu görevi üstlenecekti...

Sene 25 Haziran 2005... Hakan Şükür'ü kadroya almadığı için büyük eleştiriler alan Ersun Yenal'ın yerine Fatih Terim 2. kez Türk Milli Takımı'nın başına getirildi.  Hayati 3 maça çıkacaktı Terim... Nağmalup Ukrayna'yı deplasmanda Tümer'in attığı golle 1-0 yenip, Danimarka ve Yunanistan'ı geride bırakarak gurubu 2. tamamlıyoruz. Tümer'in önünde ise hem Hakan Şükür, hem de Fatih Tekke oynuyor...

2006 Dünya Şampiyonası'na katılabilmek için son engel var: İsviçre... O maçta da felsefe değişmiyor. Tüm hatlarımızla beraberlik golünü aradığımız için kontra yiyerek 2. golü kalemizde görüyoruz. Böylece kendi evimizde aldığımız 4-2'lik galibiyet yetmiyor, Almanya'ya gidemiyoruz...

2006 Almanya öncesi ve sonrası... Tarihin bu zaman dilimi sadece Fatih Terim için değil, birçok teknik adam için de bir dönüm noktası oldu. Bu turnuvada bütün takımlar savunma ağırlıklı oynadılar. Orta saha beşlendi, ileride ise tek santrafor bırakıldı. İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkeler dahi defansif sağlamlığı temel aldı. Hollanda bile kontrollü hücum yaptı. Aragones'in meşhur 4-1-4-1'li İspanyası da orta sahada top dolaştırdı...

Tarihin en zevksiz 2. Dünya Kupası, sadece Milli Takımlara değil, artık kulüp takımlarına da büyük bir miras bırakacaktı; Kalabalık orta saha ve tek forvetli bir düzen... Manchester United ve Chelsea gibi büyük takımları saymazsak, artık herkes ileride yalnız başına bir Baros'u bırakarak oynayacaktı. Bu anlayış vuvuzela eşliğinde 2010 Güney Afrika'da da devam etti...

Çok açık bir gerçek ki; Fatih Terim çağın yeni futbol anlayışından etkilendi. Bunda ortalığı kasıp kavuran bir Barcelona gerçeği de vardı. Böylece Milli Takım'da, Galatasaray'da, Fiorentina'da, Milan'da ve 2. Milli Takım dönemindeki İsviçre maçına kadar Fatih Terim'in oyun mantalitesinin en önemli halkası olan çift forvet ve serbest ofansif orta sahaya dayalı hücum pres anlayışı artık A planı değil, B planı olacaktı...

Tarih 7 Ekim 2006... 2008 Avrupa Şampiyonası Grup Eleme maçında Macaristan deplasmanına çıkıyoruz. Nihat Kahveci ve Ümit Karan yedek, Hakan Şükür ise tek santrafor oynuyor. Maçı 1-0 kazanıyoruz ve Fatih Terim'in yeni A planı tutuyor... Aynı düzen diğer maçlara da taşınıyor ve sonucu alıyoruz. Ancak Bosna Hersek karşısında bu plan tutmayınca Fatih Terim'in B planı (Aslında Fatih Terim'i, İmparator yapan gerçek A planı) devreye giriyor ve maça Ümit Karan'la, Yıldıray dahil oluyor; ancak zaman yetmediği için kaybediyoruz... Ve tarih 17 Kasım 2007, Norveç deplasmanındayız. Bu maçı kazanamazsak 2008 Avrupa Şampiyonasına da gidemeyeceğiz... Fatih Terim'in artık kaybedecek bir şeyi yok. Maça Nihat ve Semih'le başlıyor ve maçı 2-1 kazanıyoruz.

M. Aurello, Emre ve Hamit orta saha üçlüsüyle, solda Arda, sağda Tuncay ve önde de Nihat'la pozisyona girmekte zorlanıyoruz. 2008 Avrupa Şampiyonasındaki başarımız ceza sahasını Semih'le çiftleyip, Arda'yı serbest oynatınca ortaya çıkıyor. Yani Fatih Terim'in gerçek A planıyla...

Buna rağmen 2010 Dünya Kupası Elemelerinde yine tek forvetli düzen devam ediyor. Çift forvete ise ancak skoru lehimize çevirmek için B planı olarak başvuruyoruz. Bazen maç dönüyor, bazen de zaman yetmiyor; kaybediyoruz. Ve sonunda da Fatih Terim başarısız oluyor ve Güney Afrika'ya gidemiyoruz.

Ne zaman tek forvet oynasak, uzun vadede hep başarısız oluyoruz. B planımız ana oyun hedefimiz olmadığı için de son yarım saat oyun karambole dönüyor. Futbolculara yüklenen ateşli motivasyonla birlikte ya enteresan galibiyetler alıyor ya da dramatik mağlubiyetler yaşıyoruz...

Şimdi gelelim UEFA Kupası'nın kazanıldığı günden tam 11 yıl sonraya... Tarih 17 Mayıs 2011 ve Fatih Terim 3. kez Galatasaray'ın başına getiriliyor. Ana hedef yine kalabalık orta sahaya dayalı tek forvetli bir düzen... Kendi tarifiyle 4-1-4-1... B planının 4-4-2 olacağını ise Fatih Terim Eskişehirspor maçından sonra bizzat kendisi açıklıyor...

Yazının başında da dediğim gibi ben Fatih Terim'i anlatmaktan öte sadece onu anlamaya çalışıyorum... Merak ediyorum, bu açıklamadan daha 5 gün önce Galatasaray Karabük deplasmanında Elmander-Sercan ikilisiyle oyuna başlayıp üstelik 10 dakikada 2 net gol pozisyonu bulmuşken, acaba ne değişmişti de Fatih Terim 4-1-4-1 üzerine bu kadar net ve kararlı bir açıklama yapma gereği duymuştu? Üstelik Karabük maçından 3 gün önce Samsunspor karşısında yay önünde çoğalıp pozisyona girmekte zorlanırken, 61. dakikada Elmander'in forveti çiftlemesiyle maçı döndürdüğümüz halde...

Öyle ki bu takım 2 yıldan beri devamlı tek forvetle oynamasına karşın ileride çoğalabilmekte sıkıntı yaşarken, 2 yıldan beri ilk defa Samsunspor maçında 29, Karabük maçında da 13 dakika toplamda da yaklaşık bir devre çift forvetle oynamıştı. Buna rağmen sahada ne yapmaya çalıştığı çok daha net ve belirgin olan bir takım vardı.

Ben daha önceki bir yazımda Fatih Terim için Karabük maçının bir milat olacağını yazmıştım. Çünkü Samsunspor maçında oluşan tabloyu göz önüne alarak, Karabük deplasmanında maça başlayacağımız sistemin, Galatasaray'ın ana oyun sistemi olacağını sanıyordum. Oysaki bu yanıltıcı durum sadece ''kazanan takım bozulmaz'' düşüncesinden ibaretmiş...

Günümüzde hala ''kazanan takım bozulmaz'' anlayışı geçerliyse, o halde Fatih Terim'in maçtan sonra kulüp kameralarıyla takımı analiz etmesine de gerek yok. Haksız mıyım?

Demek ki 13. dakikada Muslera kırmızı kart görmeseydi ve maçı da 4-4-2 ile kazanmış olsaydık, bir hafta sonra Eskişehirspor karşısına da aynı düzenle çıkacaktık. Çift forvetle oynayıp kaybetmediğimiz sürece de bu böyle devam ede duracaktı... Ve Fatih Terim de Eskişehirspor maçından sonra 4-1-4-1 üzerine bu kadar net cümleler kuramayacaktı.

Muslera'nın kırmızı kartı, Fatih Terim'in miladını da Eskişehirspor maçına ertelemişti benim için... Eğer 5 gün içinde de bir şeyler değişmezse, Galatasaray Fatih Terim'in gerçek A planıyla bu ligin tozunu atabilirdi. Benim bütün hayalim ve beklentim de buydu.

Ancak olmadı... Fatih Terim (yukarıda da bunu ayrıntılı olarak örneklediğim gibi) kariyeri boyunca uzun vadede hiç başarılı olamadığı tek forvetli bir oyun anlayışına döndü. Çünkü hazırlık kampında verdiği emekleri inkar etmek istememişti...

Korkmayın, yazımın bu noktasından sonra ''Fatih Terim gitsin'' demeyeceğim. Çünkü Galatasaray yönetimi bir futbol tüzüğü hazırlamadığı sürece bir teknik adamın gidip diğerinin gelmesi arasında hiç bir fark olmayacaktır benim için... Eylül ayında yazdığım ''Galatasaray Anayasası'' adlı yazımda bu gerçeğe ayrıntılı olarak değinmiştim. (Ki ayrıca o makale benim bundan sonra yazacağım her makaleden daha anlamlı olarak kalacaktır o köşede, eğer silinmezse...)

Ben bir taraftarım; ben ne çağın futbolundan anlarım, ne de ormanda kros çalışması yaptırmaktan anlarım... Ne de Elmander'in etkili olabilmesi için mutlaka önünde bir futbolcu olması gerektiğini savunurum... Ben sadece pozisyona girmekte zorlanmayan, her an gol yollarında bitebilecek bir takım görmek istiyorum sahada... Fatih Terim de kuşkusuz bunu hedefliyor. Ancak Fatih Hoca'nın geçmişini incelediğimizde, bunun da ancak çift forvetle mümkün olabildiğini görüyoruz.

Fatih Terim 4-1-4-1'de karar kılarak, zor ve meşakkatli bir yolu seçti. Başarılı olur mu bilemem. Ancak onca gerçeğe rağmen 5 günde ne değişti inanın ki anlamakta zorlanıyorum. Fatih Terim, çağın futbolunu yorumlamaktaki doğruluğu anlaşılsın ve hazırlık kampındaki emekleri de boşa gitmesin diye, sırf kendisini inkar etmemek adına Galatasaray'ı tek forvete mahkum etmiş ve benim gözümde de miladını doldurmuştur. Fakat bu durum biraz önce de belirttiğim gibi bir futbol aklına sahip olmadığımız için ''gitsin'' demek değildir...

Açıkçası ben Fatih Terim'i ''İmparator'' yapan o cesareti özlüyorum. Ve bu cesareti özlemenin de bir taraftar olarak benim en doğal hakkım olduğunu düşünüyorum...

Sevgiler...





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
  2012
  2011
Son Girilen Makaleler
kabatasli
| 06 Şubat 2024 |
| 01 Şubat 2024 |
| 30 Ocak 2024 |
kabatasli
| 27 Ocak 2024 |
kabatasli
| 11 Ocak 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...