Makale Yaz
snl41
Bu haberi yazdır
Futbol Sadece Futbol Değildir
 Ara
12
 2012

Aşağıdaki yazı tamamen alıntıdır.

 

Biz futbola sevdalandığımızda futbol henüz bacasız sanayi değildi.

 

 

“Futbol asla futbol değildir “ sözünü daha kimse söylememişti.

 

Maçlara geceden gidilip verilen tribün kapma mücadelesi dışında, tribünlerde hala taraftarlar aynı anda maç izleyebiliyor, satırlarla, baltalarla birbirlerini kovalamıyordu.

  

 

O zamanlar çim saha diye adlandırılan yeşil zeminler, azıcık yağmuru gördü mü rengini atıp kahverengi oluyordu. Saha içinde sakatlanan futbolcu ile bile röportajın mümkün olduğu maç yayınlarında, televizyonda haftada bir maç izlediğimizde bile mutlu oluyorduk.

 

“Şimdi mikrofonlarımız Ankara’da” lafını duymamış 40’lı yaşlarında futbolsever sanırım yoktur.

 

“Yenildik ama ezilmedik” edebiyatı o zamanlar bize bu kadar ezik gelmiyordu.

 

Sonra ne olduysa oldu ve birden futbola para bulaştı. Hem de çok para! Ama para ile birlikte futbolun içindeki profiller de değişmeye başladı. Futbolun sadece futbol olmadığının farkına varan bazı tipler üç paralık zevkimizin içine etmeye başladılar.

 

Her şey değişmeye başladı. Kavgalar, gürültüler, her türlü dansözlükler… Futbol dört bir tarafı beyaz çizgilerle çevrili zeminden çıkıp, kapılar arkasında da oynan bir oyun haline gelmeye başladı.

 

Elbette aşağıda yazacaklarımı kâğıt kalem üstünde ispatlamak hemen hemen imkânsız. Ama bunlar Türk futbolseverleri tarafından çok iyi bilinen gerçekler.

 

  

 

Futbolun sadece futbol olmadığının farkına varan ilk kulüp Galatasaray oldu. En büyük rakibi Fenerbahçe’nin taraftara yönelik popilist uygulamaları yerine, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) içinde bir şekilde etkin olmaya başladı. Tüm kilit noktaları eline geçirdi. Alınacak takdire dayalı tüm kararların kendi lehinde alınmasını bir şekilde sağladı. Taraftar konusundaki farkındalığın Türkiye’deki başarıda değil, Avrupa’da elde edilecek başarılarla oluşacağını tespit etti ve bu konuda kendine hedef belirledi. 80’lerin sonundan 2000’li yılların başına kadar bu strateji ile büyük başarıları elde etti. Hayal bile edilemezi yapıp, Avrupa hedefine de ulaştı.

 

Beşiktaş kendine başka bir strateji seçti. O da devletin gücünü kendi için kullanarak Galatasaray’ı yakalamaya çalıştı. Devletin bürokratlarıyla iyi ilişikler içinde olarak futbolun sadece futbol olmadığı gerçeğini aşmayı başardı. Siyasi ve bürokratik güçle gerekli toleransların gösterilmesi bir şekilde sağlandı. Ancak devletin gücü futbolda Avrupa’ya uzanamadığı için Avrupa’da başarı maalesef Beşiktaş için hayallerin ötesinde kaldı. Sınırlı başarı nedeniyle de taraftar sayısı da Fenerbahçe ve Galatasaray’ın yanına yaklaşamadı.

 

Ve Fenerbahçe… Hiç şüphesiz Türkiye’de bir Fenerbahçe gerçeği vardı. 80’li yılların sonunda Galatasaray’ın başarılarının ardı ardına geldiği yıllara kadar çok büyük bir güçtü Fenerbahçe. Fenerbahçe gücünü taraftarından alıyordu. Fenerbahçe bir yana diğerleri bir yana. Taraftar sayısı bakımından da sahadaki başarılar açısın da tek büyüktü. Ama maalesef Avrupa’da o da başarılı olamadı hiçbir zaman.

 

 

 

Fenerbahçe’nin futbolun sadece futbol olmadığını anlaması biraz geç oldu.  

 

Anlamıştı ama iş işten geçmişti. Aziz Yıldırım başkan seçildikten yaklaşık iki yıl sonra ilginç bir çıkış yapıp “Yöneticilik hayatımda Futbolun yalnızca sahada oynanmadığını öğrendim” şeklinde tuhaf bir açıklama yapıyordu. Zaten bu açıklamadan sonra da Fenerbahçe’nin tarzı gözle görülür bir şekilde değişiyordu. Ancak tek bir farkla… Aziz Yıldırım’ın “Futbol sadece futbol değildir” anlayışı rakiplerininkinden çok ama çok farklıydı.

Galatasaray bu işi takdir haklarını kendine kullanmak, Beşiktaş devletin varlığını ve gücünü yanında hissetmek için kullanırken Fenerbahçe Aziz Yıldırım’ın kişisel egolarıyla bu işi “Başarı için her yol mubah” mantığına döküyordu. Rakiplerinin ufak tefek ama sınırlar çerçevesinde, rekabet boyutunda yaptığı saha dışı çalışmaları, sistematik ve sınır tanımadan yapmaya kalkıştı. Hal böyle olunca da radara takıldı!

 

2005 yılında Ergün Gürsoy “Fenerbahçe bizi geçti” derken aslında tam olarak bunu söylemeye çalışıyordu. Aziz Yıldırım ilmek ilmek çalışıyor ve TFF’nin ve Türk futbolunun içini oyuyordu. Türk futbolunun göçmesini bile göze alacak hamleler yapıyor, kural tanımıyordu.

 

Önemli her mevkiye kendi adamlarını yerleştirmek için çabaladı durdu. Adamı olmayan herkesi kötüledi, kavga etti, gerekirse çamur attı ve sonunda yerinden etti.

 

Bu çalışmaları meyvesini verdi elbet. Bakıldığında son 10 yılda her şampiyonada finalin bir ayağında Fenerbahçe vardı, öbür tarafında diğer rakipler. Sarı Lacivertliler her alanda hem saha içinde hem de saha dışında başarı elde etti. Rakiplerinin kazandıkları şampiyonluklarda mutlaka onların karşısında oldu ya ikinciydi ya finalist.

 

Ta ki takke düşüp, kel görününceye kadar…  

 

 

Aziz Yıldırım İmparatorluk Hastalığına yakalanmıştı. Kimsenin kendisini durduramayacağını dahası dokunamayacağını düşünüyordu. Her konuda istediğini yapabileceğini, kuralları kendisinin koyabileceğini, başka hiçbir gücün olmadığını varsayıyordu. Başarılı olmak için takdir, tolerans hatta taviz dışında bir takım şeylerin de yapılmasının sakıncalı olmadığı kanısındaydı. Onun bu hastalığı kendisini ve beraberindekileri şike suçuyla cezaevine gönderirken, Fenerbahçe’nin tepe taklak olmasına neden oldu.

 

İşin en üzücü tarafıysa Fenerbahçe’ye gönül vermiş birçok kişi Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’ye ve Türk futboluna verdiği zararın hala farkında olmaması.

 

 

 

 

 

 





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
  2012
Son Girilen Makaleler
kabatasli
| 06 Şubat 2024 |
| 01 Şubat 2024 |
| 30 Ocak 2024 |
kabatasli
| 27 Ocak 2024 |
kabatasli
| 11 Ocak 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...